In recent years, there has been a surge of interest in minimalist cars like Tesla and Mercedes. These cars offer a modern, sleek look that is sure to turn heads, while still providing the convenience and comfort of a traditional car.
“Bahaneler, vesileler, bir sürü gerekçeler vardır ki hiç şüphesiz, ama aslında sadece, kendimizi bulmaya olmasa bile kendimizle karşılaşmaya gitmek arzusuyla harekete geçirilip yola düşeriz. Kendinin attığı turda bu yüz yüzeye kavuşmak için gezegen her zaman yeterli olmaz. Bazen bir hayat da yetmez. Biraz olsun varlığın örtüsünü kaldıran şeyin huzurunda kendini bilmeden önce kaç kere yoldan çıkmak, nerelere gitmek gerekir?”Yolculuğa Övgü, Michel Onfray
Şu günlerde sıkça yaptığım seyahat planlarından mıdır, yoksa son 2–3 senedir aktif bir şekilde hayatımın her noktasına keşif kavramını oturtmamdan kaynaklı mıdır bilmiyorum, seyahat kavramına son zamanlarda kafayı takmış durumdayım. Özellikle okuduğum, dinlediğim, izlediğim içeriklerin %80'i seyahat etmek ve seyahat etmenin deneyimi, izlenimi üzerine. Bu artan seyahat arzumu tanımlandırmak, özellikle kendim için seyahate olan bakışı açımı nedenler veya rastlantılar silsilesine oturtmak istiyorum.
Peki aniden mi başladı bu sorgulama, irdeleme? Nasıl oldu sahi?
COVID-19 ile başlayan salgın tüm insanlığı etkiledi. İşlerimizi nasıl yaptığımız değişti, izole bir şekilde kendimizle ne kadar vakit geçirebildiğimizi gördük, içerik üretmenin ve belki de çevrimiçi sosyalliğin etkisini gördük. Beni ise en çok psikolojik açıdan etkiledi. Özellikle seyahat etmeyi, farklı yerler keşfetmeyi bu kadar seviyorken ve bu benim için büyük bir tutkuyken birçok planımı askıya almak durumunda kaldım.
Ne demek istiyorum?
25 yaşındayım ve küçüklüğümden beri bildiğim, hissettiğim seyahat etme arzum kişiliğimin değişmeyen noktalarından biri oldu. Seyahat etmeyi bütünsel olarak ele almak lazım tabii. Seyahat etmek ile seyahat edilen yerlerin insanlarını tanımak, coğrafyasını ve tarihini öğrenmek, tüm kültürel etmenlerini keşfetmek, tadarak, tanıyarak öğrenmeyi kastediyorum. Bu yaşıma kadar da mümkün olan tüm olanaklar ile kimi zaman Türkiye sınırları içerisinde kimi zaman Türkiye sınırları dışında bu arzumu dindirmeye çalıştım. Yaz tatillerinde ailem ile birlikte şehir şehir konaklayarak antik kentleri, lokal restaurantları, sahilleri keşfettim; lisede Erasmus projesi ile yepyeni bir dünyayı, Budapeşte’yi gördüm. Almanya’da doğmuş olmam ve 8 yaşına kadar orada yaşamam, okumam da etkilemiştir belki bu arzumu. Kültürel çeşitliliğin içerisinde dünyaya gözümü açmışım ne de olsa, bilemiyorum.
Ama bu sene çok farklı oldu benim için, bu arzumu tetikleyen fazlasıyla etmen ile karşılaştım.
Şubat ayında COVID olmam ile birlikte (hatırlamak istemediğim zamanlar, fazlasıyla ağır geçirdim) iyileşmeye yakın, Frédéric Gros’un uzun zamandır okumak istediğim “Yürümenin Felsefesi” kitabı elime geçti. Bunun için ne kadar doğru bir zamandı, neden böyle bir şey yaptım inanın ben de bilmiyorum ama kendimle baş başa kaldığım o günlerde beni öylesine etkiledi ki hala etkisinin kısmen devam ettiğini düşünüyorum.
Fakat asıl vurucu darbeyi, uzun zamandır takip ettiğim ve düşüncelerini, hayata bakış açısını kendime çok yakın bulduğum sevgili Pelin Dilara Çolak’ın “Yaşam Üzerine Meditasyonlar” serisini izleyerek aldım. “Tek Başıma Yola Çıkıyorum. Genişleyen Halkalar…” videosunu izlemem ile birlikte İtalya’ya vize çıkar mı çıkmaz mı bilmeden, 7 ay sonrasına tek kişilik gidiş dönüş bileti aldım. (Vize başvurumu yaptım. Olur da çıkarsa 10 Eylül’de gidiyorum.)
Tek başıma günlük lokal turları ayarlarken, çıkarılacak rotaları düşünürken aklımı seyahat kavramı daha da fazla meşgul etmeye başladı. Neden şimdi de önceden değil? Bilmiyorum. İtalya’nın kültürüyle, coğrafyasıyla en çok arzuladığım ülkelerden olması ve yalnız gidiyor olmamdan kaynaklı olsa gerek.
Sahi neden seyahati seviyorum, ruhumun buram buram arzuladığını hissediyorum? Neden şimdiye kadar seyahat ettim, seyahat ediyorum, seyahat edeceğim?
Alain De Botton’un “Seyahat Sanatı” kitabı düşüncelerimin dile geldiği bir kitap oldu benim için. Hayatım boyunca okuduğum, beni etkileyen sayılı kitaplardan biri olarak konumlandırıyorum. Anlamlandıramadığım, yükselişte olan bu arzumu bir nebze olsun tanımlayabildiğimi düşünüyorum, en azından sınırlarını çekebildiğimi. Kendimi başka insanlarda, yazarlarda, felsefecilerde, şairlerde gördüm ve okudum. Neden sorularına olası cevaplarımı listeleyebildim en azından.
- Belki yeni düşüncelere gebe kalmak,
- Belki de başka bir yerde bulunursam daha iyi olacağım düşüncesi,
- Belki de sadece zevk.
Uzun yolculuklara çıkmadan bilemeyeceğim!
Kitaptaki şu alıntı ise mıhlandı aklıma:
“Şu anda bulunmadığım bir yerde bulunursam daha iyi olacağım yanılsamasını yaşamışımdır hep; bu hareket etme tutkusunu sonsuza dek ruhumda taşıyacağım.”Seyahat Sanatı, Alain De Botton
İşte ben de bu arzuyu taşıyacağımı biliyorum, kendimden kaçarken kendime varacağım bir süreç olacak her zaman. Farklı coğrafyalarda, farklı dillerde, farklı lezzetlerde bir o yana bir bu yana tadımlayacağım hayatın rengini. Belki kendi parçalarımı toplayacağım coğrafyalardan, belki de parçalarımı bırakacağım.
Peki geçmişim?
Michel Onfray’in “Yolculuğa Övgü” kitabı, düşüncelerimi; doğup büyüdüğüm coğrafyaya, nereye gideceğime karar verdiren ana etmenlere odakladı. Son birkaç gündür belki de en sık düşündüğüm soru haline geldi.
Kültürel bir ortamda büyüyüp yetişiyoruz, kişiliğimizi şekillendiriyoruz. Kişiliğimizin altındaki bu zemini çekip aldığımızda, bambaşka bir ülkede elimizde ne kalır? Başka bir kişilik mi geliştiririz yoksa kişiliğimizin üstüne yeni bir katman mı çıkarız? Genel çerçeveden, kültür bağlamından kopmak zor fakat gerçekten bambaşka bir ülkede, tanımadığımız bir kültür ve insanlar ile yalnız kaldığımızda ne hissederiz, ne düşünürüz? Aynı şeylerden zevk alıp aynı şeylerden mi acı duyarız?
En azından yapacağım 10 günlük İtalya gezisinde ve daha uzun süreli gezilerimde ben bu sorunun cevabını arıyor olacağım.
Ve sadece fotoğraflayarak değil, yazarak, anı kelimelere nakşederek seyahat etmenin zevkine varacağım.
Çünkü,
“Güzelliğe sahip olmanın aslında tek bir yolu vardı, o da güzelliği anlamaktan ve ona neden olan psikolojik ve görsel etkenlerin bilincine varmaktan geçiyordu. Son olarak, bu bilinçli anlama sürecini gerçekleştirmek için en etkili yöntem güzel yerleri sanat yoluyla tasvir etmekti. Bunun için gördüklerimizi, yeteneğimiz olup olmadığını düşünmeksizin resme ya da yazıya aktarmamız gerekiyordu.”Seyahat Sanatı, Alain De Botton